Ammanda
Sabah otelde uyandığımızda sular kesikti.az
az gelir gibi oldu.Arkadaşım 2 kez duşa girip su yok diye geri çıktı. Bu odada
daha önce de kalmıştık ve o zaman sadece birkaç böcekle karşılaşmıştık. Dün
gece ise ortalık böcek kaynıyordu. Etajer dış görünüş olarak temiz görünsede
her çekmecesi sanki böcek apartmanı gibiydi.100-150 böcek rahat vardı
içinde.Kardolabın içinde de öyle. Böceklerden hiç korkmayan insanlar olmamıza
rağmen bu kadarı hayal bile edilemeyecek kadar çok. Sivrisinek ilacımızı yatağın
etrafında yerlere kadar sıkıyoruz ancak öyle uyuyabiliyoruz. Sabahleyin 3-4 kez
oteli altüst edip oteciyi arayan ve sularla ilgili sorunun ne olduğunu ne zaman
halledileceğini sormak isteyen arkadaşıma bir otel müşterisi araması için
duvardaki telefon numarasını gösteriyor ve arkadaşım adam beni bir türlü
anlamadı ben ona otelciyi sordum suları sordum o bana duvardaki telefon
numarasını gösteriyor diye dönüyor. 3-4 kez duş için hazırlık yapıp duş
alamamış hatta borularda kalan suyla ıslanıp çıkmak zorunda kalmış, yüzümüzü
yıkayamamış, tuvaleti dahi kullanamamış
bir halde, sinirlerimiz ayakta vızır vızır gezen hamam böceklerinin
arasından sıyrılıp odadan çıkmaya çalışırken odanın çok yüksekte olan demir
çerçeveli penceresine çok sert biçimde kafamı çarpıyorum. Tamamen bir şans
eseri olarak kafam kanamıyor sadece şişiyor. Birkaç ay önce aynı odada
kalmıştık.. Bu defaki gelişimizde ısrarla fiyatı sormamıza rağmen anlamazlığa
gelen otel sahibi “geçen defakinin aynısı mı? “sorumuza evet diyerek cevap
vermişti. Öedyeceğimiz parayı da hazırlayıp otelin kapısının önünde otelcinin
gelmesini bekliyoruz. Otelcinin yanındaki genci gören arkadaşım “işte bu çocuğa
bir türlü derdimi anlatamadım ama galiba otelciyi bulup getirmiş” diyor. Otelci
bizim yanımıza hiç uğramadan otel kapısının dışında olan giriş katındaki ofise
dalıyor biz de peşinden.Adam hızla arka tarafa geçiyor ve su vanasının
açıldığını gösteren sesi duyuyoruz. O zaman anlıyoruz ki adam suyu kapatıp
gitmiş. Daha önceki kaldığımızda da yine kısa süreli su sorunu yaşamıştık ama
bunun otelcinin kendisi tarafından yapıldığı aklımıza gelmemişti ve daha kısa
sürdüğünden fazla rahatsızlık yaşamamıştık. Adama hem şeşkın hem kızgın “suyu
sen mi kapattın” diyoruz” “evet” diyor. “Telefon numaram duvarda yazıyor ihtiyacı
olan arıyor o zaman gelip açıyorum “diyor. Duyduklarımıza inanamıyoruz. Böyle
saçmalık mı olur biz her banyo kullanacağımızda tuvalet kullanacağımızda seni
mi arayacağız” diyoruz “ortada sorun yok niye sorun yaratıyorsunuz” diyor üste
çıkmaya çalışarak. Sabrımız artık tükenmiş durumda, biran önce uzaklaşalım
yoksa sinirlerimize hakim olamayacağız diye
parasını bankonun üzerine bırakıyoruz. Bizden önceki gelişimizin 2 katı
para istiyor Hem sabaha dek böceklerin
içinde kal hem susuz kal hem iki katı para öde..Sinirle bankonun üstüne bıraktığımız parayı geri
alıyoruz .Polis çağır diyoruz. Otelci polis çağırmak istemiyor ama biz
istiyoruz hatta elimizde Ürdün sınır kapısından 20-25 km sonra otostop yaparken
bizi arabasına alıp amman’a getiren üst rütbeli bir polisin telefon numarası
var .”eğer sen çağırmazsan biz arkadaşımızı çağıracağız “diyoruz. Yaptığı
marifetlerin farkında olan otelci geri adım atıyor. Bu kadar kızmanıza gerek
yok gibi birşeyler söylüyor. Önceden hazırladığımız birkaç ay önce aynı odaya ödediğimiz parayı tekrar sinirle
bankoya fırlatıyoruz Aslında hiç para vermemeyi hakediyor ama yine de veriyoruz
Söylene söylene çıkıyoruz.Hala arkamızdan ben size en iyi odayı verdim orası
aile odası diyor. Odadaki yataklara kadife battaniyeler ve abajur koyunca orası
aile odası oluyormuş demek ki. Etajer ve dolap zaten böceklerin gökdeleni gibi.
Ha uydu yayını olan bir televizyon var harhalde ondan dolayı aile odası oluyor.
Dönüp “ödediğimiz paranın faturasını ver polise gidip senin ne yaptığını anlatacağız”
diyoruz kararlı tutumumuzu gören otelci bu defa yalakalığa başlıyor. Ama polise
gitmek tehdit etmek için söylediğimiz birşey değil gerçekten kararlıyız. Ara
sıra böyle insanlara rastlıyorsunuz ,işlerine gelince hiç ingilizce bilmiyorlar
işlerine gelince herşeyi anlıyorlar. Birde yüksek sesle bağırıp çağırarak
turistleri utandırıyorlar biran önce bu
durumdan ve yaygaradan kurtulmak isteyen turistler de onların istediğini
yapıyor. O kadar kızgınız ki bu olay nereye kadar varırsa varsın sürdüreceğiz.
Otelcinin arkamızdan yaptığı yalakalıkların eşliğinde oteli terkediyoruz. Bir
süre açık havada dolaşınca biraz şakinleşiyor satın aldığımız şişe suyla
elimizi yüzümüzü yıkıyoruz Bu oalyı da uzatmamaya karar veriyoruz.Akabeye
gitmek için jet firmasından başka seçeneğiniz yok.Daha önceden bildiğimiz için
direk oraya gidiyoruz. Bizdeki en eski tobüsler oranın en lüks otobüsleri. Jet
firması da lüks sayılıyor. İki kişi için 15 dinar veriyoruz. Bir otobüse
binerken kapıda biletlere bakıp alıyorlar bir de içerde kontrol yapıyorlar.
Sanki uçaktasınız. Otobüsün içinde yapılan ikramlarda öyle. Aynı uçaktaki gibi
fahiş fiyatlar ödüyorsunuz. Servisi yapan genç kız yolculuğun sonuna doğru
elindeki listeyle tahsilatı yapıyor. Birden fazla yolcu ile yaşanan tartışma
sanki servisi yapan genç kızın birşeyler çevirdiğini hissettiriyor.Tabiki biz
bu sistemi bildiğimiz için yiyeceklerimiz yanımızda.
Akabeye yaklaşırken Yemen ve Arabistan
yolunun ayrıldığı yere yakın bir
noktada otobüsümüz polis kontrolü için durduruluyor. Ürdün vatandaşları başka
bir tarafa doğru giderken biz birkaç kişiyi ayrı tarafa götürüyorlar. İçerdeki
memur bana bir koltuğu işaret ediyor,oturuyorum. Başka bir ülkenin vatandaşı
olan arap bir bayan daha var bizimle gelen. Arkadaşım boş kalan tek koltuğu bayana
gösteriyor ayakta kalmasın diye. Bayanın oturması ile kalkması bir oluyor.
Çünkü memur onu azarlayarak kaldırıyor ve oturması için arkadaşıma işaret
ediyor. Arkadaşım o bayan ayaktayken oturmak istemiyor ama bu olay uzarsa
bayana fayda değil zarar verebileceğini düşünüp oturuyor.Memur pasaportlarımızı
inceleyip bizimle biraz sohbet etmeye çalışıyor. Türklere ve Türkiye ye duyduğu
sempatiden bahsediyor. Tekrar otobüse binip yola devam ediyoruz.
Aammandan Akabeye yolculuk
Akabeye ulaşırken aracın kliması aynı şekilde çalışmaya devam etmesine rağmen başlangıçta buz gibi olan otobüs artık sıcaktan bunaltmaya başlıyor.Otobüsden inince cehennem gibi bir sıcakla karşılaşıyoruz.Sıcak sadece havadan değil yerden sağdan soldan heryerden geliyor.Tanrım korkunç bir sıcaklık var.Akabe coğrafik olarak ilginç bir yer.Palmiyelerle kaplı şirin Akabe’de karşı mahalle dediğiniz yer İsrailin Eliat şehri. İlk yolculuğumuzda birde şu mahalleye yürüyelim deyip bir türlü oraya giden caddeyi bulamadığımızda öğrenmiştik bunu.Akabeye yaklaşırken etraftaki manzara şahane.Dağlarda ince şeritler halinde siyah çizgiler var.Ama dil sorununu çözüp bunların ne olduğunu öğrenemiyoruz.Akabenin güzelliğine hiç de uygun olmayan bir insanı var. Esnafından taksicisinden ve sizin bir turist olarak muhatap olacağınız insanlardan bahsediyorum.Çekirge gibi başınıza üşüşüyorlar.Size nefes aldırmıyorlar.Sorularına cevap vermeniz sizi kurtarmıyor daha çok batağa batıyorsunuz.....hangi tarafta? gibi bir soruya “hemen taksiye fiyat sorayım” la başlayıp bütün itirazlarınıza rağmen anlaşmalı taksicisini çağırandan tutun, 15 dakika boyunca kornasını çala çala yanınızda sizinle gelen ve binin binin diye ısrar eden şöförüne önce normal bir hayırla başlayıp sonra avazınız çıktığı kadar bağırmak zorunda kalıyorsunuz.Turizm ofisi nerede dediğiniz bir insan 2 bina ötedeki ofisi göstermeyip sizi peşine takıp ısrarla kendi istediği yere götürmeye çalışıyor.Akabe kızıldenizin başlangıcında hurma ağaçlarıyla süslü güzel bir yer.Ama inanın bu insanlarla didişmek göze alınıp değil Akabe’ye cennete bile gidilmez. Ha...bir de şu var.Siz bir yere gideceksiniz ve oraya dolmuş gidiyor.Taksici ve oradaki halk sizin dolmuşa binmenizi engellemeye çalışıyor.”Dolmuş yok” diyorlar.Siz kendi çabalarınızla ararken onlarda peşinize düşüp sizinle heryere geliyorlar.Sizden önce dolmuşçuyu bulup “bunlardan çok para al “ diyorlar.Siz dolmuşa binip orada oturan ve gideceğiniz yere gitmekte olan insanlara fiyatı sorduğunuzda birbirlerine bakıp size “şöföre sorun” diyorlar.”Niye siz oraya gitmiyormusunuz?” dediğinizde “gidiyoruz” diyorlar. Dolmuşçuya yola çıkmadan soruyorsunuz, sizi anlamazlığa gelip cevap vermiyor.Yola çıkınca insanlar dolmuşçuya paralarını size göstermeden ,sizin ne kadar olduğunu görmenize fırsat bırakmadan veriyorlar.Sonra da dolmuşçunun insafına kalıyorsunuz.Bangladeşli ve hediyelik eşya satan dükkanda çalışan bir gençle tanıştık İsmi münir.Çok efendi bir insan.Baktığımız orta sınıf (sırt çantası turizmi yapanların kalabileceği) oteller çok kötü.Yıllar önce kaldığımız otel iyice kötüleşmiş. O yıllarda varolan turistlerden eser yok.Sanki artık 5-10 lüks turistik otele gelen turistlerden başkası yok.O insanlarda zaten Amman’a uçakla gelip turlarıyla otellerine ulaşıp dışarı çıkmayan insanlar.Çıkacakları varsa da Akabe esnafı burunlarından getirip kaçırmıştır herhalde.Bu arada Akabe özellikle sualtına dalmayı sevenler için çok özel ve önemli bir yer. Kızıldenizin bu bölümü denizaltı bitki örtüsü ve canlıları açısından çok zenginmiş.Hala bakıyoruz ama oteller rezalet. İnsanlar korkunç bunaltıyor.Bir şişe suyu alamıyorsunuz cesaret edip. Önünüzden arkanızdan onları kazıklayın anlamındaki imalı gülüşleri görüyorsunuz. Para o kadar önemli değil ama enayi yerine konmak insanı rahatsız ediyor.Aslında para da önemli çünkü Ürdün ucuz bir ülke değil. Sonunda açlık ve susuzluğa yenik düşerek Mümin’in bize gösterdiği dolmuş durağının yanındaki büfeden falafel yiyoruz. Mümin bizim akabeden Vadi Rum’a gidebilmemiz için taksinin kaça götüreceğini dükkan sahibinin oğluna telefonla sorduruyor. Fiyatın 45 dinar olduğunu duyunca o bile şok geçiriyor.”Bunun değeri 15 dinar civarı olmalı” diyor. Israrla dükkan sahibinin oğluna “bunlar iyi insanlar söylede normal bir fiyat versinler “ diyor ama nafile. Dükkan sahibinin oğlu tam bir Akabe esnafı.Çok yemekten o kadar şişmişki yüzü, gözleri göz değil de iki küçük delik gibi duruyor iri suratında. Dil bilmeyen insanların evrensel dil olan yüzdeki mimiklerden bazı şeyleri anlayabileceğini düşünemiyor.Biz "taksi çok pahalı istemiyoruz" deyince bizimle pazarlığa başlıyor.O kadar ki Mümin dayanamayıp çocuğa bağırıyor ve önümüze düşüp bizi dolmuş durağına götürüyor.Yolda da bir yıl önce bu ülkeye geldiğini anlatıyor. Bazı insanlar için insanlığın önemi olmadığını söylüyor. "Bunların ruhu para" diyor.Bizi dolmuş durağına götürdüğü için patronun oğluyla tartışmalarına üzülüyoruz "gelme biz buluruz " diyoruz.Ama o ısrar ediyor, bizi durağa götürdükten sonra bir de orada duran bir otobüsün şöföründen Akabe’den Petra’ya giden dolmuşların fiyatını soruyor.Otobüs şöförüyle Arapça olmayan bir dilde konuşuyor. Şöförü görmüyorum ama oda Bangladeşli olabilir. Wadi rum için kişi başı 1dinar ödeyeceğimizi öğreniyoruz.Wadi Rum yol ayrımından da bir araç buluruz diye düşünüyoruz. Biraz döviz bozdurup sonraki dolmuşa bineriz diye düşünüyoruz birkaç otel girişiminde daha bulunuyoruz. Sonuçta Akabeden ayrılmanın daha hayırlı bir iş olacağına karar veriyoruz. Nasılsa daha önceden tanıdığımız kaldığımız bir yer. Biran önce Wadi Rum'a gidelim diye dolmuş durağına geliyoruz. Falafel aldığımız çocuklar Mısırlı. Şansımıza zararsız insanlar.Sandviçin içine falafelden başka şey koydurmamaya çalışıyoruz. Her ellerini attıklarını şeye "hayır hayır" diye feryad etmemiz onları eğlendiriyor. Koydurmadığımız şeyler yerine sandviçe fazladan falafel koymaya çalışıyorlar. En son kocaman ve içinden oluk gibi tuz akan tuzluğu kapıp çırpmaya başladıklarında bizdeki feryad iyice artıyor.Hep beraber gülüşerek falafel sandviçimizi alıyoruz. Lezzetli geliyor. Belki de çok aç olmamızdan. 2 falafele 60 kuruş ödüyoruz .Zaten wadi rumda birşey bulmak daha zor. O yüzden iştahla yiyoruz kendi aramızda da "bak burada da iyiler var" diyerek konuşuyoruz.. İlginç olan bütün iyilerin oraya dışarıdan gelenler olması. Dolmuşa geldiğimizde aynı dolmuşun hala orada olduğunu görüp seviniyoruz. Akşam yaklaşıyor. Bir dahaki dolmuş kimbilir ne zaman dolar. Dolmuşa binip 1 er dinarı ödüyoruz. Başlıyoruz beklemeye. 10 dakika,15-20 dakika yok canım 1 saat yok yok 1,5 hala inanamıyorum hemen hemen 3,5 saat bekliyoruz. İçeride oturan insanların çıtı çıkmıyor. Düşünün İstanbul Ankara ya da herhangi bir şehirde terminale gitmişsiniz bir başka şehrin aracının dolmasını bekliyorsunuz. Bilet satın almak yok, hareket saati yok. Bu 3,5 saatlik beklemede Ürdünlü bir gençle tanışıyoruz.Bize gülümseyerek “kaçıncı gelişiniz” diyor. Sinirle ilk ve son olacak diyoruz.Tabiki bu doğru değil ama konuşmak istemiyor canımız.Neden? diyor başlıyoruz konuşmaya.Şikayetlerimizi anlatınca bende yurtdışında uzun yıllar yaşadım, ülkeme geçen yıl döndüm,benzer zorlukları bende yaşadım ama bunların sebebi buralarda Ürdünlü olmayanların çok olması diyor.Mısırdan filistinden gelenler çok fazla onlar burayı bozuyor diyor.Kendisi turist rehberiymiş ve Petralıymış. Eğer Petra’ya gelirseniz görürsünüz oranın insanı çok farklı diyor.5-6 yıl önce Petrayı ziyaret ettiğimizi tabiki söylemiyoruz ama aynı sözleri o zamanda Petrada duyduğumuzu hatırlıyoruz. Bir bayan bizim ülkemizi Filistinliler mahvediyor demişti biz de kulaklarımıza inanamamıştık. Sonuçta o bayanında bizimde anadilimiz ingilizce değil herhalde bir yanlış anlama oldu diye düşünmüştük.Rehberlik yapan bu ürdünlü gence “biz filistinlileri seviyoruz onlar iyi insanlar,şikayetçi olduklarımız sizin halkınız diyoruz.Daha önceki seyahatimizde tanıştığımız filistinlilerin bizi minibüslerine alıp (sanırım işyerlerine ait olan bir minibüstü) götürürken gözleri dolarak Lut gölünün karşı yakasını gösterip orası bizim ülkemiz Filistin deyişlerini hatırlıyoruz. Ekonomik durumlarının çok kötü olduğu hemen anlaşılan bu 4-5 kişi yollarından çıkıp bizi gitmemiz gereken yere kadar götürmüşler, bindiğimiz dolmuşta da bizi kandırmasınlar diye önceden gideceğimiz yerin fiyatını öğrenmişler ve bize fazladan para vermememizi tembihlemişlerdi. Bize yolda yememiz için birşeyler almaya kalkışmışlar biz de arkadaşımın henüz hiç kullanmamış olduğu yeni gömleğini o günün hatırası olsun diye birine hediye etmiş ve kabul etmesi için de ısrar etmek zorunda kalmıştık.Rehber çocuk biraz çark edip tabiki iyileride var biz de onları seviyoruz filan diyor.Akabede bu seyahatimizde karşılaştığımız birkaç iyi insanın da bu gencin “onlar ülkemizi bozuyor” dediği yabancılar olması dikkatimizi çekiyor.Petradaki bayan İsraillilerin iyi insanlar olduğunu da söylemişti.Şüphesiz insanların iyi ya da kötü olması milletiyle bağlantılı bir konu değil.İyi insan da kötü insanda her toplumdan çıkar.Ama Petradaki bu İsrail hayranlığı bizi o zamanda şaşırtmıştı yine şaşırttı. Sonra öğrendik ki Petra’ya İsrailden çok turist geliyormuş.Hayranlığın sebebinin para olduğu sonucuna varıyoruz.Bu genç Petraya gittiğimizi hala söylemediğimiz için sürekli bize Petrayı övüyür.Aslında Petra için ne söylense azdır.Petra vadi musa denen yerleşim yerinin yanında bir antik kent. Selçuk ilçesi ve Efes antik kenti gibi. Dünyanın en güzel en ilginç yerlerinden biri. Metrelerce yükseklikteki oldukça uzun bir kanyondan yürüyerek antik şehre ulaşıyorsınız.. Bu devasa şehri gezmek için biletler 1 günlük 2 günlük ve 3 günlük olarak satılıyor. Şu anda fiyatını hatırlayamıyorum ama ciddi ciddi fahiş bir fiyatı var. Sanırım artık bazı geceler sadece giriş bölümünde yapılan bir ışıkgösterisi de varmış Etraftaki dev tapınaklar ,anfitiyatro, kayalardaki evler yani herşey birtek taş taşınmadan kayalar oyularak yapılmış. Etrafta turistleri gezdirmek için dolaşan deveciler var. Arasırada eşekler.Daracık patikalardan bazen eşeklerin sırtında geçen turistler var.Ama öyle tehlikeli yerler varki sanırım oraları yürüyerek geçiyorlar.Antik kentin sonlarına doğru yollar iyice daralıyor.Hemen aşağıda metrelerce uçurumlar var. Kentin en sonunda bir kafeterya var. Güzel bir yer, hediyelikler de satılıyor. Biz kafeteryalardan hoşlanmadığımız için oturmamıştık ama oraya gelinceye kadar pili bitenler herhalde bu kafeteryayla karşılaşmaktan çok memnun oluyorlardır. Bazı insanlar bir günlük bilet alıp antik kentin giriş taraflarını gezip dönüyorlar bazıları ise 2 ve 3 günlük. Ancak 3 günlük biletle tamamı gezilebilecek şehri biz bir günde gezip bitirmiştik. Üstelik gitmediğimiz köşe kalmamıştı.Bunu hiç dinlenmeden sabahın köründen akşama kadar 5 dakikalık bir yemek molası vererek yapmıştık .Yemeğimiz ve suyumuz yanımızdaydı tabi.Bu arada Petra antik kentinde suyun çok pahalı olduğunu hatırlatalım.Petranın kırmızı ağırlıklı renkli kayaları çok ilginç bir görüntü oluşturuyor. Bu renkli kayalar kolayca elle ufalanıyor ve bu ufalanan kayalardan elde edilen kumlar küçük şişelerin içine akıtılarak develer, manzara resimleri gibi hediyelikler yapılıyor. Bu hediyelikler Ürdün genelinde çok popüler.Herkes birparça kaya koparırsa yada koparılmasına sebep olursa bu kentin hali ne olur diye düşündüğümüzden çok güzel şeyler olmalarına rağmen o hediyeliklerden ve turistlerin hatıra diye yerlerden topladıkları kaya parçalarından almamıştık. Sonuç olarak Petra görülmesi gereken biryer.Ama seyahatlerde herzaman bağımsızlığı önermemize rağmen sözkonusu Akabe ve Petra olunca bu ikisinin turlarla gezilmesinde fayda görüyoruz. Çünkü Petrada Akabe gibi. Fiyat yazma geleneği yok. Turistlere herşeyde farklı fiyat uyguluyorlar. Araplara başka ,başka ülkelerin araplarına başka, müslüman ama arap olmayanlara başka ,avrupalılara başka .yani her insana göre ayrı kazık atma tarifeleri var.Tabiki böyle şeyler yapmaya çalışan insanlar Türkiyede de vardır ama buraları korkunç yapan bu organizasyonda halkında yer alıvermesi bunun bir parçası oluvermesi.Bir yerden henüz alışveriş yapmış bir insana elindekinin kaç lira olduğunu sorduğunuzda size direk satıcıyı gösteriyor hani atacağı kazığa o karar verir diye.Bir dolmuşa bindiğinizde aynı yere gitmesine rağmen kaç lira diye yanınızdakine sorduğunuzda size “bilmiyorum şöföre sor” diyor. İşte bunlardan dolayı turla gitmeniz önerilir ama biz hernasılsa kaldığımız otelden memnun kalmıştık.Eğer hala açıksa ve hala aynı insanlar işletiyorsa yine kalınabilir. Mesleği rehberlik olan genç antipropoganda yapacağımız endişesiyle olsa gerek çok üzülüyor.Wadi rumda arkadaşlarının kampları olduğunu söylüyor.Bir tane kuzeninin bir tane de arkadaşının. Wadi Rum inanılmaz güzel bir yer.Kocaman bir çöl ve içinde kanyonlar var .birbirinden kilometrelerce uzakta 4-5 adet camping.Bedevi çadırlarından oluşmş bu kamplarda çadırlar otantik olsa da gece boyunca ışıl ışıl yanan ışıkları bazen müzikleri hatta yüzme havuzlarıyla fazla turistik duruyorlar.4x4 jiplerden başka hiçbir aracın yol alamadığı (develer hariç) çölde geceleri jiplerin ışıklarını görüyorsunuz. Bu kamplar farklı kanyonlara turlar düzenliyorlar.Kahvaltı ,yemek ve çadırda konaklama 15 dinar. Petralı genç arkadaşının kampının adını veriyor Mola yerindede bize meyve suyu ısmarlamakta ısrar ediyor. Ayıp olmasın diye kabul ediyoruz.Wadi rum yol ayrımına ulaştığımızda hava kararmak üzere.Biz dolmuştan inerken bir başka genç daha iniyor.Bizim rehber çocuk ona bizimle ilgili birşeyler tembihliyor.Petraya gidince uğramamızı sıkısıkı tembihleyerek bizi yolcu ediyor ve kendide dolmuşla petraya doğru yoluna devam ediyor.
Akabeye ulaşırken aracın kliması aynı şekilde çalışmaya devam etmesine rağmen başlangıçta buz gibi olan otobüs artık sıcaktan bunaltmaya başlıyor.Otobüsden inince cehennem gibi bir sıcakla karşılaşıyoruz.Sıcak sadece havadan değil yerden sağdan soldan heryerden geliyor.Tanrım korkunç bir sıcaklık var.Akabe coğrafik olarak ilginç bir yer.Palmiyelerle kaplı şirin Akabe’de karşı mahalle dediğiniz yer İsrailin Eliat şehri. İlk yolculuğumuzda birde şu mahalleye yürüyelim deyip bir türlü oraya giden caddeyi bulamadığımızda öğrenmiştik bunu.Akabeye yaklaşırken etraftaki manzara şahane.Dağlarda ince şeritler halinde siyah çizgiler var.Ama dil sorununu çözüp bunların ne olduğunu öğrenemiyoruz.Akabenin güzelliğine hiç de uygun olmayan bir insanı var. Esnafından taksicisinden ve sizin bir turist olarak muhatap olacağınız insanlardan bahsediyorum.Çekirge gibi başınıza üşüşüyorlar.Size nefes aldırmıyorlar.Sorularına cevap vermeniz sizi kurtarmıyor daha çok batağa batıyorsunuz.....hangi tarafta? gibi bir soruya “hemen taksiye fiyat sorayım” la başlayıp bütün itirazlarınıza rağmen anlaşmalı taksicisini çağırandan tutun, 15 dakika boyunca kornasını çala çala yanınızda sizinle gelen ve binin binin diye ısrar eden şöförüne önce normal bir hayırla başlayıp sonra avazınız çıktığı kadar bağırmak zorunda kalıyorsunuz.Turizm ofisi nerede dediğiniz bir insan 2 bina ötedeki ofisi göstermeyip sizi peşine takıp ısrarla kendi istediği yere götürmeye çalışıyor.Akabe kızıldenizin başlangıcında hurma ağaçlarıyla süslü güzel bir yer.Ama inanın bu insanlarla didişmek göze alınıp değil Akabe’ye cennete bile gidilmez. Ha...bir de şu var.Siz bir yere gideceksiniz ve oraya dolmuş gidiyor.Taksici ve oradaki halk sizin dolmuşa binmenizi engellemeye çalışıyor.”Dolmuş yok” diyorlar.Siz kendi çabalarınızla ararken onlarda peşinize düşüp sizinle heryere geliyorlar.Sizden önce dolmuşçuyu bulup “bunlardan çok para al “ diyorlar.Siz dolmuşa binip orada oturan ve gideceğiniz yere gitmekte olan insanlara fiyatı sorduğunuzda birbirlerine bakıp size “şöföre sorun” diyorlar.”Niye siz oraya gitmiyormusunuz?” dediğinizde “gidiyoruz” diyorlar. Dolmuşçuya yola çıkmadan soruyorsunuz, sizi anlamazlığa gelip cevap vermiyor.Yola çıkınca insanlar dolmuşçuya paralarını size göstermeden ,sizin ne kadar olduğunu görmenize fırsat bırakmadan veriyorlar.Sonra da dolmuşçunun insafına kalıyorsunuz.Bangladeşli ve hediyelik eşya satan dükkanda çalışan bir gençle tanıştık İsmi münir.Çok efendi bir insan.Baktığımız orta sınıf (sırt çantası turizmi yapanların kalabileceği) oteller çok kötü.Yıllar önce kaldığımız otel iyice kötüleşmiş. O yıllarda varolan turistlerden eser yok.Sanki artık 5-10 lüks turistik otele gelen turistlerden başkası yok.O insanlarda zaten Amman’a uçakla gelip turlarıyla otellerine ulaşıp dışarı çıkmayan insanlar.Çıkacakları varsa da Akabe esnafı burunlarından getirip kaçırmıştır herhalde.Bu arada Akabe özellikle sualtına dalmayı sevenler için çok özel ve önemli bir yer. Kızıldenizin bu bölümü denizaltı bitki örtüsü ve canlıları açısından çok zenginmiş.Hala bakıyoruz ama oteller rezalet. İnsanlar korkunç bunaltıyor.Bir şişe suyu alamıyorsunuz cesaret edip. Önünüzden arkanızdan onları kazıklayın anlamındaki imalı gülüşleri görüyorsunuz. Para o kadar önemli değil ama enayi yerine konmak insanı rahatsız ediyor.Aslında para da önemli çünkü Ürdün ucuz bir ülke değil. Sonunda açlık ve susuzluğa yenik düşerek Mümin’in bize gösterdiği dolmuş durağının yanındaki büfeden falafel yiyoruz. Mümin bizim akabeden Vadi Rum’a gidebilmemiz için taksinin kaça götüreceğini dükkan sahibinin oğluna telefonla sorduruyor. Fiyatın 45 dinar olduğunu duyunca o bile şok geçiriyor.”Bunun değeri 15 dinar civarı olmalı” diyor. Israrla dükkan sahibinin oğluna “bunlar iyi insanlar söylede normal bir fiyat versinler “ diyor ama nafile. Dükkan sahibinin oğlu tam bir Akabe esnafı.Çok yemekten o kadar şişmişki yüzü, gözleri göz değil de iki küçük delik gibi duruyor iri suratında. Dil bilmeyen insanların evrensel dil olan yüzdeki mimiklerden bazı şeyleri anlayabileceğini düşünemiyor.Biz "taksi çok pahalı istemiyoruz" deyince bizimle pazarlığa başlıyor.O kadar ki Mümin dayanamayıp çocuğa bağırıyor ve önümüze düşüp bizi dolmuş durağına götürüyor.Yolda da bir yıl önce bu ülkeye geldiğini anlatıyor. Bazı insanlar için insanlığın önemi olmadığını söylüyor. "Bunların ruhu para" diyor.Bizi dolmuş durağına götürdüğü için patronun oğluyla tartışmalarına üzülüyoruz "gelme biz buluruz " diyoruz.Ama o ısrar ediyor, bizi durağa götürdükten sonra bir de orada duran bir otobüsün şöföründen Akabe’den Petra’ya giden dolmuşların fiyatını soruyor.Otobüs şöförüyle Arapça olmayan bir dilde konuşuyor. Şöförü görmüyorum ama oda Bangladeşli olabilir. Wadi rum için kişi başı 1dinar ödeyeceğimizi öğreniyoruz.Wadi Rum yol ayrımından da bir araç buluruz diye düşünüyoruz. Biraz döviz bozdurup sonraki dolmuşa bineriz diye düşünüyoruz birkaç otel girişiminde daha bulunuyoruz. Sonuçta Akabeden ayrılmanın daha hayırlı bir iş olacağına karar veriyoruz. Nasılsa daha önceden tanıdığımız kaldığımız bir yer. Biran önce Wadi Rum'a gidelim diye dolmuş durağına geliyoruz. Falafel aldığımız çocuklar Mısırlı. Şansımıza zararsız insanlar.Sandviçin içine falafelden başka şey koydurmamaya çalışıyoruz. Her ellerini attıklarını şeye "hayır hayır" diye feryad etmemiz onları eğlendiriyor. Koydurmadığımız şeyler yerine sandviçe fazladan falafel koymaya çalışıyorlar. En son kocaman ve içinden oluk gibi tuz akan tuzluğu kapıp çırpmaya başladıklarında bizdeki feryad iyice artıyor.Hep beraber gülüşerek falafel sandviçimizi alıyoruz. Lezzetli geliyor. Belki de çok aç olmamızdan. 2 falafele 60 kuruş ödüyoruz .Zaten wadi rumda birşey bulmak daha zor. O yüzden iştahla yiyoruz kendi aramızda da "bak burada da iyiler var" diyerek konuşuyoruz.. İlginç olan bütün iyilerin oraya dışarıdan gelenler olması. Dolmuşa geldiğimizde aynı dolmuşun hala orada olduğunu görüp seviniyoruz. Akşam yaklaşıyor. Bir dahaki dolmuş kimbilir ne zaman dolar. Dolmuşa binip 1 er dinarı ödüyoruz. Başlıyoruz beklemeye. 10 dakika,15-20 dakika yok canım 1 saat yok yok 1,5 hala inanamıyorum hemen hemen 3,5 saat bekliyoruz. İçeride oturan insanların çıtı çıkmıyor. Düşünün İstanbul Ankara ya da herhangi bir şehirde terminale gitmişsiniz bir başka şehrin aracının dolmasını bekliyorsunuz. Bilet satın almak yok, hareket saati yok. Bu 3,5 saatlik beklemede Ürdünlü bir gençle tanışıyoruz.Bize gülümseyerek “kaçıncı gelişiniz” diyor. Sinirle ilk ve son olacak diyoruz.Tabiki bu doğru değil ama konuşmak istemiyor canımız.Neden? diyor başlıyoruz konuşmaya.Şikayetlerimizi anlatınca bende yurtdışında uzun yıllar yaşadım, ülkeme geçen yıl döndüm,benzer zorlukları bende yaşadım ama bunların sebebi buralarda Ürdünlü olmayanların çok olması diyor.Mısırdan filistinden gelenler çok fazla onlar burayı bozuyor diyor.Kendisi turist rehberiymiş ve Petralıymış. Eğer Petra’ya gelirseniz görürsünüz oranın insanı çok farklı diyor.5-6 yıl önce Petrayı ziyaret ettiğimizi tabiki söylemiyoruz ama aynı sözleri o zamanda Petrada duyduğumuzu hatırlıyoruz. Bir bayan bizim ülkemizi Filistinliler mahvediyor demişti biz de kulaklarımıza inanamamıştık. Sonuçta o bayanında bizimde anadilimiz ingilizce değil herhalde bir yanlış anlama oldu diye düşünmüştük.Rehberlik yapan bu ürdünlü gence “biz filistinlileri seviyoruz onlar iyi insanlar,şikayetçi olduklarımız sizin halkınız diyoruz.Daha önceki seyahatimizde tanıştığımız filistinlilerin bizi minibüslerine alıp (sanırım işyerlerine ait olan bir minibüstü) götürürken gözleri dolarak Lut gölünün karşı yakasını gösterip orası bizim ülkemiz Filistin deyişlerini hatırlıyoruz. Ekonomik durumlarının çok kötü olduğu hemen anlaşılan bu 4-5 kişi yollarından çıkıp bizi gitmemiz gereken yere kadar götürmüşler, bindiğimiz dolmuşta da bizi kandırmasınlar diye önceden gideceğimiz yerin fiyatını öğrenmişler ve bize fazladan para vermememizi tembihlemişlerdi. Bize yolda yememiz için birşeyler almaya kalkışmışlar biz de arkadaşımın henüz hiç kullanmamış olduğu yeni gömleğini o günün hatırası olsun diye birine hediye etmiş ve kabul etmesi için de ısrar etmek zorunda kalmıştık.Rehber çocuk biraz çark edip tabiki iyileride var biz de onları seviyoruz filan diyor.Akabede bu seyahatimizde karşılaştığımız birkaç iyi insanın da bu gencin “onlar ülkemizi bozuyor” dediği yabancılar olması dikkatimizi çekiyor.Petradaki bayan İsraillilerin iyi insanlar olduğunu da söylemişti.Şüphesiz insanların iyi ya da kötü olması milletiyle bağlantılı bir konu değil.İyi insan da kötü insanda her toplumdan çıkar.Ama Petradaki bu İsrail hayranlığı bizi o zamanda şaşırtmıştı yine şaşırttı. Sonra öğrendik ki Petra’ya İsrailden çok turist geliyormuş.Hayranlığın sebebinin para olduğu sonucuna varıyoruz.Bu genç Petraya gittiğimizi hala söylemediğimiz için sürekli bize Petrayı övüyür.Aslında Petra için ne söylense azdır.Petra vadi musa denen yerleşim yerinin yanında bir antik kent. Selçuk ilçesi ve Efes antik kenti gibi. Dünyanın en güzel en ilginç yerlerinden biri. Metrelerce yükseklikteki oldukça uzun bir kanyondan yürüyerek antik şehre ulaşıyorsınız.. Bu devasa şehri gezmek için biletler 1 günlük 2 günlük ve 3 günlük olarak satılıyor. Şu anda fiyatını hatırlayamıyorum ama ciddi ciddi fahiş bir fiyatı var. Sanırım artık bazı geceler sadece giriş bölümünde yapılan bir ışıkgösterisi de varmış Etraftaki dev tapınaklar ,anfitiyatro, kayalardaki evler yani herşey birtek taş taşınmadan kayalar oyularak yapılmış. Etrafta turistleri gezdirmek için dolaşan deveciler var. Arasırada eşekler.Daracık patikalardan bazen eşeklerin sırtında geçen turistler var.Ama öyle tehlikeli yerler varki sanırım oraları yürüyerek geçiyorlar.Antik kentin sonlarına doğru yollar iyice daralıyor.Hemen aşağıda metrelerce uçurumlar var. Kentin en sonunda bir kafeterya var. Güzel bir yer, hediyelikler de satılıyor. Biz kafeteryalardan hoşlanmadığımız için oturmamıştık ama oraya gelinceye kadar pili bitenler herhalde bu kafeteryayla karşılaşmaktan çok memnun oluyorlardır. Bazı insanlar bir günlük bilet alıp antik kentin giriş taraflarını gezip dönüyorlar bazıları ise 2 ve 3 günlük. Ancak 3 günlük biletle tamamı gezilebilecek şehri biz bir günde gezip bitirmiştik. Üstelik gitmediğimiz köşe kalmamıştı.Bunu hiç dinlenmeden sabahın köründen akşama kadar 5 dakikalık bir yemek molası vererek yapmıştık .Yemeğimiz ve suyumuz yanımızdaydı tabi.Bu arada Petra antik kentinde suyun çok pahalı olduğunu hatırlatalım.Petranın kırmızı ağırlıklı renkli kayaları çok ilginç bir görüntü oluşturuyor. Bu renkli kayalar kolayca elle ufalanıyor ve bu ufalanan kayalardan elde edilen kumlar küçük şişelerin içine akıtılarak develer, manzara resimleri gibi hediyelikler yapılıyor. Bu hediyelikler Ürdün genelinde çok popüler.Herkes birparça kaya koparırsa yada koparılmasına sebep olursa bu kentin hali ne olur diye düşündüğümüzden çok güzel şeyler olmalarına rağmen o hediyeliklerden ve turistlerin hatıra diye yerlerden topladıkları kaya parçalarından almamıştık. Sonuç olarak Petra görülmesi gereken biryer.Ama seyahatlerde herzaman bağımsızlığı önermemize rağmen sözkonusu Akabe ve Petra olunca bu ikisinin turlarla gezilmesinde fayda görüyoruz. Çünkü Petrada Akabe gibi. Fiyat yazma geleneği yok. Turistlere herşeyde farklı fiyat uyguluyorlar. Araplara başka ,başka ülkelerin araplarına başka, müslüman ama arap olmayanlara başka ,avrupalılara başka .yani her insana göre ayrı kazık atma tarifeleri var.Tabiki böyle şeyler yapmaya çalışan insanlar Türkiyede de vardır ama buraları korkunç yapan bu organizasyonda halkında yer alıvermesi bunun bir parçası oluvermesi.Bir yerden henüz alışveriş yapmış bir insana elindekinin kaç lira olduğunu sorduğunuzda size direk satıcıyı gösteriyor hani atacağı kazığa o karar verir diye.Bir dolmuşa bindiğinizde aynı yere gitmesine rağmen kaç lira diye yanınızdakine sorduğunuzda size “bilmiyorum şöföre sor” diyor. İşte bunlardan dolayı turla gitmeniz önerilir ama biz hernasılsa kaldığımız otelden memnun kalmıştık.Eğer hala açıksa ve hala aynı insanlar işletiyorsa yine kalınabilir. Mesleği rehberlik olan genç antipropoganda yapacağımız endişesiyle olsa gerek çok üzülüyor.Wadi rumda arkadaşlarının kampları olduğunu söylüyor.Bir tane kuzeninin bir tane de arkadaşının. Wadi Rum inanılmaz güzel bir yer.Kocaman bir çöl ve içinde kanyonlar var .birbirinden kilometrelerce uzakta 4-5 adet camping.Bedevi çadırlarından oluşmş bu kamplarda çadırlar otantik olsa da gece boyunca ışıl ışıl yanan ışıkları bazen müzikleri hatta yüzme havuzlarıyla fazla turistik duruyorlar.4x4 jiplerden başka hiçbir aracın yol alamadığı (develer hariç) çölde geceleri jiplerin ışıklarını görüyorsunuz. Bu kamplar farklı kanyonlara turlar düzenliyorlar.Kahvaltı ,yemek ve çadırda konaklama 15 dinar. Petralı genç arkadaşının kampının adını veriyor Mola yerindede bize meyve suyu ısmarlamakta ısrar ediyor. Ayıp olmasın diye kabul ediyoruz.Wadi rum yol ayrımına ulaştığımızda hava kararmak üzere.Biz dolmuştan inerken bir başka genç daha iniyor.Bizim rehber çocuk ona bizimle ilgili birşeyler tembihliyor.Petraya gidince uğramamızı sıkısıkı tembihleyerek bizi yolcu ediyor ve kendide dolmuşla petraya doğru yoluna devam ediyor.
Wadi Rumun girişinde bekleyen 3-5 kişi koşuşturup nereye gideceğimizi
soruyor. Kendisine emanet edildiğimiz çocuk
da bizi onlara emanet edip bir yükten kurtulmuş oluyor. Çünkü çocuk tek
kelime ingilizce bilmiyor. Yanımıza gelenlere “Semih’in kampı” diyoruz.Bir
tanesi hemen o benim arkadaşım deyip telefonuyla Semihi arıyor.Rehber genç iki
kişi 15 dinar demişti ama telefonda Semih 2 kişi 30 dinar diyor.Bizimde önceki bilgilerimize
göre iki kişi 15 dinardan fazla etmeli ama 30 dinarda çok fazla geliyor.Gidip
Wadi rumın girişindeki köyde köylülerin evinde 2 kişi 15 dinara
kalabiliriz diye düşünüyoruz.
Wadi Rum’a doğru yürüyoruz.Hava
kararıyor.Neredeyse gece olacak.Akabede çok bunaldığımız için hala sinirlerimiz
bozuk.Eğer kalacak biryer bulamazsak çöle girer çölün başlangıcındaki köyün
yakınlarına çadır kurarız diye konuşuyoruz ama kendimizde bunu mantıksız
buluyoruz. Gece çölde rastgele yere çadır kurmak çok tehlikeli çünkü gece
turları yapan ve turist taşıyan
jeeplerin nereden geçeceği belli değil. Doğal olarak bomboş bir çölde gezen
araçlarda sadece kendileri gibi gezen araçların ışıklarını farkedebilir. Bizi
ısrarla dolmuşuna almaya çalışan bir dolmuşçu sonunda umudunu kesip gidiyor.
Otostop yapıyoruz. Bir jeep durup bizi alıyor.Direksiyonda genç bir çocuk. Çöle
gitmeden önce yol üzerindeki bir köye evlerine uğruyor. Ona kampları
soruyoruz.Yok denecek bir ingilizceyle cevap vermeye çalışıyor. Kendinin de
çöle gideceğini ve gece orada kalacağını söylüyor. Orada bizde kalabilirmiyiz
diyoruz. Bize birşeyler anlatmaya çalışıyor ama anlaşamiyoruz. Sonra telefonla
birisiyle konuşuyor ve telefonu bize uzatıyor. Yarım yamalak bir türkçe
duyuyorum. Daha önce çalıştığı yerde bir türk arkadaşı olan ve ondan biraz
türkçe öğrenmiş birisi telefondaki. “Siz çölde bekleyin ben geleceğim “diyor.
Zaten yapacak birşey yok. Gece oldu.
Çöle giderken para ödeyerek geçilen bir
geçiş var.Daha önce oraya gittiğimizde para ödemeden geçmiştik çünkü o bina
henüz inşaattı. Artık bitmiş ve para ile geçiliyor.İki kişilik parayı ödeyip
yola devam ediyoruz. Bizi götüren genç wadi Rumda koruma altına alınmış “Oraks
“denen oğlaklarla ilgili çalışıyormuş. Bize oraksların fotoğraflarını
gösteriyor. Çöle ulaştık ama ulaşmadan önce bir bakkaldan alışveriş yaptık
.Biraz yiyecek ve içecek aldık. Bizi götüren gence de birşeyler isteyip
istemediğini sorduk ama istemedi. Artık çöldeyiz. Hoplaya zıplaya gidiyoruz
artık köylerin ışıkları filan görünmüyor. Zifiri karanlık değil tabiki.
Yıldızlar pırpıl pırıl parlıyor.O kadar çok yıldız var ve o kadar etrafımızı
sarıp sarmalamışlarki o görüntü hem büyülüyor hem de heran kafamıza yıldız
düşecekmiş gibi ürkütüyor. Hava normal sıcaklıkta.Genç arkadaşımız etraftan
bulduğu otlarla ateş yakıyor.Aslında etrafta otta yok ama nasıl buluyorsa
buluyor. Biraz sonra bir jeep yaklaşıyor.Işığı ta uzaktan farkedilen bu jeeple
telefonda konuştuğumuz kişi ve birkaç arkadaşı geliyor.Bembeyaz giysili bedevi arkadaşlarla tanışıyoruz.
Yüzyüze daha iyi anlaşabiliriz diye düşünüyoruz. Gelen kişi de bizim gençle
aynı işi yapıyormuş.O da orakslarla ilgili çalışıyormuş.Çay yapıyorlar 5-6 kişi
birlikte çay içiyorlar. Arkadaşımda içiyor.Çok lezzetli olduğunu söylüyor ama
ben hayatımda çay içmediğim için bu zevkten mahrum kalıyorum. Biraz sohbetten
sonra genç arkadaşımızla başbaşa kalıyoruz diğerleri gidiyor. Tekrar jeepe
binip çölün daha içlerine gidiyoruz. Artık etrafta çok çok uzaklarda bir turist
kampının belli belirsiz ışıklarının dışında hiçbir ışık görünmüyor. Oraksların
koruma altına alındığı bölgenin yanında duruyoruz..Burası turistlerin gezdiği
alan değil. Etrafı tel örgülerle çevrili büyük bir arazi. Tel örgünün hemen
dışında araziye yatağını seren arkadaşımız siz nerede isterseniz orada yatın
diyor. İsterseniz sizde yerde yatın isterseniz jeepte yatın diiyor. Biz jeepte
yatmayı istiyoruz.etrafta hiçbirşey yok. Allahtan tuvalete Akabede gitmişiz
diye gülüşüyoruz. Anlıyoruzki genç arkadaşımız bize “benim kaldığım yerde
kalabilirsiniz ama orada su,elektrik,tuvalet vebenzeri hiçbirşey yok” demeye
çalışıyormuş ve evlerine uğradığımızda jeepin arkasına koyup sonra bize
söylemek istediklerini anlatamayınca geri indirdiği kamp yatağı benzeri
yataklar bizim içinmiş. Bizim uyku tulumlarımız var diye işaret ettiğimiz için
onları indirmiş. Gece kanyonlardan gelen sesler beni şaşırtiyor, bu müzik sesi
nereden geliyor diye aranıyorum arkadaşım o sesin kanyondan esen rüzgarın sesi
olduğunu söylüyor.İnanılmaz ,büyüleyici bir ses.Daha önce çöllerde kaldığımda
duymadığım bir ses. Demekki kanyonların hizasında biryerlerdeyiz. Yıllarca
dinlesem bıkmam bu sesi.Gece yıldızları seyrederek uyuyakalıyoruz.Akabedeki
stresden sonra bu huzur ve bu iyi insanlar bizi gevşetiyor. Gece donarak
uyanıyoruz. Daha öncede çöllerde çok kalmamıza rağmen bu defa daha çok
üşüyoruz. Hava buz gibi.Sabaha kadar zangır zangır titriyoruz. Ellerimizle
hızlı hızlı vücudumuzu ovarak ısınmaya çalışıyoruz.Sabah güneş doğarken
yanımıza bir jeep yaklaşıyor içinden inen adam namaz kılmaya başlıyor.Genç
arkadaşımız orakslarla ilgili işlerini yapıyor.Onların bakımı ile
ilgileniyor.Onların saydığında bir tanesi eksik çıktığı için kayıp olanı
arıyor. İşlerini hallettikten sonra yine diken kökleriyle bir ateş yakarak
oraks sütünü ısıtıp yanında da ekmek kızartıyorlar. Yemek hiçbir zaman ilgi
alanıma girmemiştir.Ama o oraks sütü benim gibi bir insanı bile hayran
bırakacak bir lezzete sahip. Diken ateşinde kızartılmış köy ekmekleri öyle
tatlı bir koku ve lezzete sahip ki dünyada eşi benzeri yoktur. Çok gelişmiş bir
damak tadı olan arkadaşımda aynı şeyleri düşünüyor. İkimizi de böylesine
etkileyen kahvaltı sonrasında bizi bütün gün gezdirmek istediğini söyleyen genç
arkadaşımıza teşekkür ediyoruz. Çölde uyurken kullanması için uyku
tulumlarımızı ona hediye ediyoruz. Biz nasılsa yenisini alırız. Bu iyi kalpli
genç bizi tekrar yola kadar getiriyor. Vedalaşıyoruz .Türkiyeye beklediğimizi
söylüyoruz.
Wadi Rumdan Amman’a
Wadi Rumdan tekrar Akabe Amman yoluna
çıkıyoruz. Jet Firmasının Akabeden ammana giden otobüsü yoldan yolcu almıyor
Amman için Akabeye gidip binmek gerekiyor..En az 20 km Akabeye kadar gidip 20
km de Akabeden bindiğimiz noktaya kadar geri gelmemiz gerekiyor .Böyle birşey
manasız geldiğinden gerekirse yürürüz deyip gülüşürüyoruz. Bir özel oto durup nereye
diyor.Ammana diyoruz.Gelin diyor biniyoruz.Amman 45 diyor sonra 40 dinar diyor
hayır deyip iniyoruz.Yürümeye başlıyoruz 10-15 adım atıyoruzki aynı araç yine
yanımızda bitiyor.İlk binişimizde 5-6 yaşlarında bir erkek çocuğu ve şöförün
olduğu araçta bu defa şöför yanına oturmuş bir gençdaha var.Yarım yamalak
ingilizcesiyle Ammana gidecekmisiniz diyor yok diyoruz.Şöför ısrarla çocuğu
dürtüp pazarlık yapmasını istiyor.45den 35e 30a 25e düşüyorlar.Otobüs bile 10
dinara gidiyor diyor çocuk.Biletimizi çıkarıp daha dün geldik iki kişi 15 dinar
diye gösteriyoruz. Bu defa otomobilin otobüsten daha konforlu olduğunu
anlatmaya çalışıyorlar.Bizim için farketmez biz otobüsü bekleriz diyoruz.Şöför
bilete bir kez daha bakıp bize gelin işareti yapıyor.Otomobilin içine girince
keskin bir gaz kokusu duyuyoruz.Araçta bir çocuk olması durumu açıklıyor.Çünkü
diğerleri iki yetişkin erkek.Yol boyunca 15-20 dakika aralarla sık sık o kokuyu
duyuyoruz. Hemen camı açıyoruz.Aramızda “bir çocuk ne yerde bu kadar koku
çıkarır” diye konuşuyoruz.Bazen koku mide bulandıracak kadar yoğun oluyor.Bizim
beraber aynı anda şöförde camını açıyor.Kokunun yoğunluğu ve sıklığı şöföründe
tetikte oluşu çocuğun bir rahatsızlığı olduğu sonucuna vardırıyor bizi.Çocuk
arkada yanımızda oturuyor,camlar açık ve esintide arkaya doğru. Çocuğun
kokusunun bizden önce öne ulaşması mümkün değil ama şöför bazen bizden önce
camı açıyor.Anlıyoruzki 4 saat kadar süren yolculuğumuzdaki adeta röleli oda
spreyi gibi çalışan kokunun kaynağı şöförümüz. İçimiz dışımıza çıkıyor.Ama çare
yok katlanacağız.Yol boyunca bir sürü insan inip biniyor arabaya.Bazıları bazen
fiyatı beğenmeyip binmiyorlar.Bazıları anlaşarak binmelerine rağmen inerken
aralarında tartışmalar oluyor. Akabe Amman yolunda doğru dürüst araç yok Belki
bu yüzden böyle bir sistem yerleşmiş çünkü kimse yadırgamıyor.Yanına aldığı
yolculardan biri şöföre benden çok para alacağına turistlerden alsana diyor.
Sık sık ecnebi,seyyah(turist).akabe,jet (Akabeden Ammana giden firmanın ismi)
kelimeleri geçiyor aralarında. Şöför onlar biletlerini gösterdi daha fazla
vermiyorlar diyor.Tanıdığımız isimler ve tavırlardan bizimle ilgili
konuştuklarına hiç şüphemiz yok.Zaman zaman bizden başka yolcu olmadığında
arkada uyuklayan oğluna seslenip sürekli onu rahatsız ediyor.Çocuğu bir dakika
rahat bırakmıyor. Masum yüzlü çocuk bir türlü kafasını çevirip yüzümüze
bakmıyor babası da onu bir dakika rahat bırakmıyor.Çok ilginç bir adam. Ammana
ulaştığımızda şehrin dışlarında bir yerde bizi indiriyor.Para üstünü 3-4 dinar
eksik veriyor.Arkadaşımın kararlı tavrı karşısında 1 er dinar geri vererek
herbir dinarda bir kez daha şansını deniyor bu arada da sırıtmayı ihmal
etmiyor.Paranın üstünü tam olarak alınca söylene söylene iniyoruz.Artık
Ammandayız biran önce Suriye Şam’a gitmek istiyoruz.
Şama gidiyoruz
Ammandaki Şam dolmuşlarının kalktığı abdali
istasyonuna gitmek için hangi yöne doğru yürümemiz gerektiğini sorduğumuz
herkes istisnasız “taksi ile gidin” cevabını veriyor.İnsanlar bir adım atmaya
üşeniyor.O yüzden heryer taksi ve dolmuş kaynııyor.Taksiler çok ucuz ama bizim
için değil tabiki. Bize ilk fırsatta kazık atmaya çalışıyorlar. Taksicilerle
kavga etmek istemediğimiz için binmiyoruz çünkü göz göre göre enayi yerine
konmaktan hoşlanmıyoruz. Elimizde Amman Turizm Bakanlığının hazırladığı sınır
kapısında aldığımız harita var.Turistler için hazırlanmış ama sadece arap
turistlere.Çünkü latin harfleriyle yazılı değil.Hepsi arapça. Yarım yamalak
arapça okumamızla yolumuzu bulmaya çalışıyoruz.Zengin bir mahalleden
geçiyoruz.Eğitimli oldukları her hallerinden belli olan gençlere soruyoruz cevap olarak “önce haritanın
üzerinde nerede olduğumuzu siz bize gösterin” diyorlar.İnsanların çoğu bir arka
sokağın adını bilmiyor.Sonunda Abdaliyi
bulduk.İki ay önce adam başı pazarlıkla 10 dolar ödediğimiz Şam için 17
dinardan kapı açıyorlar.Daha birkaç ay öce 10dolara gittik deyince inanmıyorlar
yalan söylediğimizi ima ederek “o altı sene öncedir “diyorlar.Pasaportumuzu
gösterip 2 ay önce orada olduğumuzu ispatlayınca “o zaman turist yoktu
“diyorlar.Yani artık burnumuz büyüdü anlamında bir söz.İnat ediyoruz
uzaklaşıyoruz.Yol üzerinde başkalarıyla da konuşuyoruz.Son olarak adam başı 12
dinara anlaşıyoruz.Takside bizimle beraber bir kadın ve bir erkek var.Değişik
insanlar.Kadın o topluma göre çok rahat hareket ediyor.Gidip şöförün yanına
oturuyor.Yayıldıkça yayılıyor.Neredeyse şöförün kucağına yatacak.Onun bu
hareketleri şöförü de rahatsız ediyor.Başlangıçta yaptıkları üçlü sohbet
neredeyse duruyor.Hele Ürdün sınırında ve suriye sınırında bu kadın ve erkeğin
ortadan kaybolup herbirsınırda 1,5 saat olmak üzere toplam 3 saat belki de daha
çok ortadan kaybolmaları hem şöförü hem bizi deli ediyor.Ne gümrükteki
sıralarda ne de freeshop ta yoklar.Şöförle beraber arıyoruz,bulamıyoruz.Şöför
yaptıkları tartışmada bizi de göstererek “onlarda kaç saattir sizi arıyor”
diyor kızgınlıkla.Kadın hiç geri kalmıyor edepsizlikte.Biraz sonra birşey
yokmuş gibi şöföre sırnaşma hareketlerinde bulunuyor ama adam çok
kızgın.Şöförün çalan telefonundan endişeli bir kadın sesi duyuluyor.Normal
yolculuk süresini bir hayli geçiren kocasını merak eden kadın sesi. Uzun süren
sessizlik sonunda Şam’a ulaşıyoruz.Yine orası burası birazda şu tarafa doğru
yürüyelim derken bir araca binmeyi unutup kendimizi otele kadar yürümüş
buluyoruz.20 km kadar bir yol.Al Rabia’da odalar ve çatıdaki dormilerde dahil
yer kalmamış.Sahibi çalışanlara yere yatak koyun diyor.Çatıdaki yataklar
normalde somyaların üzerinde. Çalışanlar utana sıkıla adama bakıyorlar.Bizim o
şekilde kalmak istemeyemeğimizi düşünüyorlar.Adam bizi daha öncesinden
hatırlıyor.”Onlar seyyah,onlar orada da kalır “diyor.Sonra dönüp ingilizce
olarak bize durumu anlatıyor. Al rabia çok güzel bir otel.Oraya giden insanı
yer yok diye göndermemek için her yolu deniyorlar.Otelin farklı standardlarda odaları
var.Çok lüks odaları da var orta karar odaları da var.Çatı dormisi ise
gerçekten temiz ve ferah. Otelin ortasında otantik bir şekilde düzenlenmiş hoş
bir bahçesi var.Otel dahilinde alkol yasak.Bu nedenle gece gürültü yapan
insanlar yok., günün her saatinde oturulabilen bahçede masalara ve sandalyelere
biz sadece kahvaltı saatinde
uğruyoruz.Kahvaltı çok önemli çünkü Arapların damak tadı bizden çok farklı. Bu
nedenle yemek bulma konusunda çok zorlanıyoruz. Kahvaltı ise normal bir
kahvaltı ki buralarda bu tür kahvaltıları ancak çok lüks otellerde
buluyorsunuz. Onlarda çok pahalı. Sabahın 6sında ellerinde tatlılarla
tatlıcıların önünde görüyorsunuz insanları. Tabi herkes oralarda aç kalacak
diye birşey yok ama genel olarak ortadoğuda temizlik alışkanlığı biarz zayıf.
İçinize sinecek temiz bir yerde ,yemek isteyebileceğiniz birşeyede
rastlayabilirseniz ya aşırı tuzlu,ya aşırı yağlı ya da aşırı tatlı oluyor. Bir
de bizim vejetaryenliğimizi eklerseniz halimizi siz düşünün. Yani bu kahvaltı
çok önemli.Hiç değilse güne aç başlamıyoruz.Al Rabia da hangi odada kalırsanız
kalın ister çatı dormunda ister odalarda kahvaltı herkese veriliyor. Al Rabiada
çatı dormi iki kişi 800 suriye lirası.Yatakları hazırlayıncaya kadar 10-15
dakika istiyorlar bizde eşyalarımızı bırakıp dışarı çıkıyoruz..Hemen otelin
yanındaki lokantanın önündeyiz. Bir amca koşup geliyor.Yemeğin fiatını
soruyoruz.100 slirası diyor.Fena değilmiş diye 2 yemek ve 1 pilav istiyoruz. Daha önce neden burada
yemedikki diye konuşuyoruz.Bu arada yerlere yuvarlanan tencere kapağını
hiçbirşey yokmuş gibi tekrar yemek tenceresinin üzerine koyuşunu görmezden
geliyoruz.Etraf çok içaçıcı değil ama fena da değil.Amca masaya 1 domates
yemeği,1 fasulye yemeği, 1 patates yemeği, 1 bamya yemeği, 2 salata ayrıca 1 de
patates salatası getiriyor.Yanında da koca bir şişe su.Biz bunların hepsini
yiyemeyiz diyoruz ama yersiniz yersiniz gibi birşeyler söylüyor.Masanın üstü
tabaklarla dolu.Ucundan yemeye başlıyoruz.O görüntüden beklenmeyecek bir
lezzete sahip herşey. Günlerdir aç olmamızın şüphesiz bir etkisi vardır ama
gerçekten lezzetli yemekler.Birara soluklanıp masaya bakınca gözlerimize
inanamıyoruz. Yemediğimiz bir tabakların kendisi kalmış.Her bir tabak için
100er suriye lirası vereceğimizi zannederken ödeme sırasında bunların bir tür
tabldot olduğunu ve iki kişi için toplam 200 suriye lirası öğreniyoruz.50
suriye lirası da fazladan vererek lokantadan çıkıyoruz. Amca çok seviniyor
arkamızdan thank you thank you diyerek bizi uğurluyor.Bize çatıda iki bölüm
halindeki dormiyi ayıran noktadaki çamaşır asma yerine yere iki yatak
koymuşlar. Memnun oluyoruz çünkü başka otele gitmektense bu otelin bahçesinde
sandalyelerde sabaha dek oturmayı tercih ederiz.Kaldığımız yer dormilerden
farklı.Bizim yataklarımızın olduğu yerin üstü açık,Aslında sağı solu heryeri
açık .yatmaya gidenler yanımızdan geçiyorlarlar.allahtan bu bölüm küçük olan
bölüm ve 20 yatak filan var.Üstü kapalı bölümlerden sıcak hava geliyor.Bizimki
ise püfür püfür esiyor. Bir gece önce çölde soğuktan zangır zangır titrediğimizi
düşünürsek burası sıcak bile sayılır.Uyku tulumlarımızıda çöldeki çocuğa hediye
ettik.Otelin pikeleri yeter nasılsa deyip yatıyoruz.Gece sanki deepfreezedeymiş
gibi uyanıyoruz.Sağdan soldan birkaç pike daha bulup deliksiz bir uyku
çekiyoruz.Duşumuzu alıp kahvaltımızı yapıp terliklerimizide orada bırakıp
ayrılıyoruz.
Şamdan Halepe
Şamdan halepe gitmek için değişiklik olsun
diye trene bilet alıyoruz.Görevli bileti verirken saat 3 te diyor parmaklarıyla
göstererk.Bineceğimiz istasyon merkezdeki değil, adı KADEM İSTASYONU.8-10 KM
uzakta olmalı. Zamanı birilerine daha doğrulatalımda hata yapmayalım
diyoruz.Bilet Arapça yazılı.Haliyle bu normal.. Normal olmayan biletin saatini
doğrulatmak istediğimiz herkesin gece 9 gece 10 gündüz 2 gibi birbiri ile
hiçilgisi olmayan saatler söylemesi.Bilete bakanlara 3 olmalı diyoruz.Onlar da
hayır diyerek kafa sallıyor.İngiizce bilenbirkaç kişi daha aynı şekilde saati
bilemeyince yeniden merkez istasyonunun yolunu tutuyoruz.Bir banka uzanmış
uyuklayan görevliyi uyandırmadan garda da birkaç kişiye soruyoruz, nafile.
Görevli uykulu gözlerle parmaklarıyla 3ü 10 geçe diyor.Rahatlıyoruz.Bir türlü
insanların neden biletteki saati okuyamadıklarını merak ediyoruz. Sonra 15:10
diye yazdığını ve 12lik saat dilimini kullandıkları için anlayamadıklarını
anlıyoruz.Kuvvetle muhtemel eğitim düzeyinin yüksek olduğu bir bölgede olsaydık
bu sorunu yaşamayacaktık.Şamın bugün bir başka yüzünü görüyoruz. Öğle ezanı
okunıyor.Heryerden herköşeden çocuk büyük yüzlerce insan camilere koşuşturuyor.
Normalden çok daha fazla beyaz upuzun giysiler içinde insanlar görüyoruz.
Emeviler döneminde yapılan Şamın meşhur camisi Umayya’ya akın akın insanlar
giriyor.Bu caminin içindeki bir türbede Hz Hüseyinin kesilen başı var ve bir
kez şiilerin buraya gelip kendilerini zincirlerle dövdüklerini görmüştük.
Caminin hemen bahçesinde İlk Türk Hava Şehitleri nin mezarları var.Camiye
girmek ücretsiz ama eğer başınız açıksa üzerinizde pantolon tişört varsa
kısacası kılık kıyafetiniz uygun değilse upuzun kukuletalı ,önü açık siyah bir
giysiyi giymek zorundasınız Bunun için
para ödemeniz gerekiyor. Tarifeler yine farklı farklı “ben türküm, müslümanım”
diye ısrar ederseniz daha az ödemeyi hatta ücretsiz almayı başarabilirsiniz.
Tabi ayrılırken teslim ediyorsunuz. Birde bir erkek turistin şortunun üzerine
giydirilmiş etek görüyoruz. Görüntüsü çok komik çünkü etek her bedene uyması
için büzgülü ve beli lastikli. Bende o komik kukuletalı giysiyi giyip camiyi
gezmiştim ve sırt çantamı çıkarmadan bu kıyafeti giydiğim için Notrdame’ın
kamburu gibi olmuştum.Benim görüntümle kıyaslayınca bu erkek turist daha az
komik görünüyor.Umayya Camii çok büyük ve güzel bir cami.İçinde oturmuş yemek
yiyen insanlar, başının altına Kuran’ı yastık yapıp uyuyan insanlar çok
yadırgadığımız görüntüler olmuştu. Bize caminin çok önemli bir yer olduğu ve
başka şehirlerden ziyaretçilerinin çok olduğu ,ekonomik durumu iyi olmayan
insanlarında bu ihtiyaçlarını burada giderdikleri söylenmişti. Şimdi bu caminin
etrafı , caminin yakınındaki çarşılar hediyelik eşya satan dükkanların önü
heryer çok dini görünüyor. Sanki hacca gitmiş gibisiniz. O kadarki o ortamda
kendimizi çok yabancı hissediyoruz, yanımızdan hızlı hıızlı geçen gruplardan
bazılarının türkçe konuştuğunu duyuyoruz. Son derece düzgün bir Türkiye Türkçesi
konuşulduğuna göre bu gençler Türkiyeden olmalı. Biz Umayyayı daha önce
gezdiğimiz için yeniden girmiyoruz.Türk hava Şehitlerini bir kez daha ziyaret
ediyoruz.Bütün Şamın ayaklarınızın altına serildiği meşhur Kasiyun tepesini,
Şamın meşhur kapalı çarşısını , kiliselerini ve pekçok yerini daha önceden
gezdiğimiz için Kadem İstasyonuna doğru yürümeye devam ediyoruz. Tren garda
bekliyor.İnanılmaz derecede kirli görünüyor.Allah için haksızlık etmeyelim.
İstanbulda da kötü banliyö treneri var diyoruz.Saati gelipte trene binince
fikrimizi değiştiriyoruz.Eskilikle kirlilik arasında ne kadar fark olduğunu
görüyoruz.Taştan oyulmuş belkide betondan dökülmüş siyah renkli alafranga
tuvalet açık kapıdan görünüyor.Vagon kapısından girer girmez korkunç bir
tuvalet kokusu insanı sersemletiyor.Yaklaşık 10 sıra koltuğu geçince koku
hafifliyor.Vagon oldukça uzun ve yerimiz tuvaletten çok uzak.Yerimiz kokusuz
ama etraf çok kirli.Sanki koltuklar yaglı gibi görünüyor. Yolda tanıştığımız
Kürt kökenli üniversite öğrencisi genç
bu tren hattının köylüler ve öğrenciler tarafından tercih edildiğini söylüyor.
Trende elimizdeki suyu isteyen adama vermiyoruz daha doğrusu veremiyoruz.
Kalbini kırmamak içinde içinde ilaç var diyoruz. Çünkü bir bardakla gelip
istemiyor.Su şişesini alıp şişenin ağzından içip kalanını bize verecek ve bizde
ağzıyla içtiği şişeden bir daha içemeyeceğimiz için ya sende kalsın diyeceğiz
ya da alıp atacağız. Sonra da çok fahiş fiyatla trenden satın almak zorunda
kalacağız. Su buralarda çok pahalı. Tren garında bir çeşme ve suyun satın
alınabileceği bir büfe olmasına rağmen daha tren kalkmadan bizden istenen su bu
adamın şişenin kendisinde kalması düşüncesinden dolayı yaptığı bir hareket.Bu
kadar dil sorununu göze alıp bizden suyumuzu isteyen adamın etrafıntaki hiçbir
vatandaşından istememesi suyumuzdan içince şişeyi geri istemeyeceğimizi
bilmesinden mutlaka Bu olayı daha
önceki yolculuklarımızda defalarca yaşadık. Kaç kere yeni aldığımız su şişesini
“tamam sizde kalsın “diye bıraktıktan sonra aklımız başımıza gelip bir kendimiz
için birde isteyenler için 2 şişe gezdirmeye başlamıştık. Trenin kafeteryasına
gitmeyi deniyoruz orası da 3-5 masanın olduğu kötü bir vagon, satış yeride
birkaç bisküvinin satıldığı depo bir yer.Artık Homsda inelim başka bir yolla
halepe gideriz diyerek beklerken hiç aklımıza gelmeyen bir şekilde tren homsa
uğramıyor. Belki istasyon yok bilemiyoruz.Ama Homs ülkenin en büyük
şehirlerinden biri. Hamaya ulşır ulaşmaz inip otobüs garajına doğru
yürüyoruz.Oraya gidebilmek için yolu sorduğumuz herkes yine taksi taksi diye
tututurduklarından tahminleirimize göre yürüyerek yaklaşık 20 dakika sonra
garaja ulaşıyoruz.Hemen bir otobüse binip yola çıkıyoruz.En ön
koltuktayız.Şöförün çaprazındayız.Şöför direksiyonda yemek yiyor.tatlısını
yiyor.birşeyler içiyor.Sanki evinde yemek masasında.Bütün bunları yaparken iki
elinide bırakıyor. Yere eğilip kalkıyor.Defalarca televizyon seyrettikleri için
,uyudukları için şöförleri uyarmış birileri olarak tahmin edebileceğiniz gibi
toleransımız hayli yüksek. Sık sık seyahat ettiğimiz için Türkiyede de 3. sınıf
firmalrın trafiği pek ciddiye almayan şöförleriyle ağız dalaşımız olmuştur.Oh
diyoruz bu yola çıkmadan bütün işlerini bitirecek diye sevinyoruz. Ama
yanılıyoruzki ne yanılıyoruz. Hayatımızda gördüğümüz en kötü şöför bu.Yolu
bırakıp abartısız 3-4 dakika başka şeylerle ilgileniyor.Araba yoldan çıktı
çıkacak.Bir sağa yanaşıyoruz bir sola yanaıyoruz.Arkası açık bir kamyonete
hızla yaklaşıyor. Kamyonet bir saniye frene bassa otobüsün altında kalacak.
Kamyonetin kasasındaki kadınlar işaretlerle yalvarıyorlar yanaşma diye. Bizimki
gülerek daha da gaza basıyor.Artık hava kararıyor.Araçlar vızır vızır
hernedense trafik arttı.Yıllar önce ürdünde
akabeden Petraya giderken uyuyan dolmuş şöförünü hatırlıyoruz. Yolda
dolmuşu durdurup indiğimizde sizi burda indirdiğim için polis bana kızar diye
yalvar yakar bizi dolmuşa geri bindirmiş ve uyumayacağına söz vermişti uykusuna
mazeret olarak sıcağı göstermiş allah korur diyede bizi sakinleştirmeye
çalışmıştı. Bu şöför onu mumla aratıyor. Hala arkasına dönüp arkadaşlarıyala
sohbet ediyor. Birkaç saatlik yol asırlar gibi geliyor.Sonunda halep’ e
ulaştık.Otelimizin çatısında yer yokmuş.Çatıda iki kişi için 500 slirası
öderken odaya 450 slirası veriyoruz.Çatı dormiler tek seyahat edenler için
ekonomik çünkü otellerde iki kişilik odalar daha az ve bulursanızda fiyatı tek
kişi için yüksek oluyor. Ama eğer iki kişiyseniz oda fiyat olarak daha uygun
olabiliyor.Banyosuz pencereli oda ile banyolu penceresiz oda arasında
tercihimizi banyolu olandan yana yapıyoruz odada duşumuzu alıp biraz
rahatlıyoruz.
Halep sevdiğimiz bir yer.İyi insanları
var.Mükemmel dondurmasını tavsiye ederim.Devasa büyüklükteki külaha koyulan
dondurma hem görüntüsü ile hem lezzeti ile mutlaka ve mutlaka denenmeli. O
kadar lezzetliki üstüste iki tane yemekten dolayı hastalanmıştım.İçine reçel
gibi bir tatlı koydukları dönerleri de var ama vejetaryen olduğumuz için hiç
denemedik.Falafel ve humusları da meşhur. Ne yazık ikirlilik nedeniyle heryerde
yemek içinize sinmiyor. Ha bu arada Suriyede Arak adı verilen rakı benzeri bir
içki var. Birde Şark bira denen bir bira. Bu birada alkol oranı % 40 lara
yakın. Arakın tadının rakıya benzediğini söylediler. Şark biraya gelince çok
güzel ve ucuz bir bira. Sanırım Halepte üretiliyor çünkü halep dışında
görmedim. Halepte bir kafeteryada yan masada gençlerin işyeri sahibiyle
tartışmalarına şahit olmuştuk..3 erkek ve 3 bayanın oturduğu masada tartışmanın
sebebinin hesap olduğunu anlayıp oradaki gençlerin düştüğü duruma üzülmüş ve
onlarla tanışmıştık. O gün sevgililer günü olduğu için nişanlısını yanına alan
genç nişanlısının erkek kardeşini ,onun nişanlısını ve birilerini daha getirmiş
ama hesap çok yüksek gelmişti. Siparişlerini masada görebiliyorduk ve gerçekten
onlardan çok para istenmişti. Çocuk istenen paranın maaşına yakın olduğunu
söylüyordu ve haklıydı.Sizde gidip şikayet edin dediğimde kürt olduklarını
söyleyen bu gençler “kime edelim, bizim
hiçbir hakkımız yok, bizim vatandaşlık hakkımız da yok” demişlerdi. Evet 14
şubatta Suriyede idik ve yağan karın altında terlikleriyle koşuşan insanlar çok
eğlenceliydi.